hikaye59

SEBALILAR VE NİMETTEN AZMALARI



Seba halkının macerasını okumadın mı? Belki de okudun, okudun ama sesten başka bir şey duymadım. O dağ, sesi anlamaz ki dağın aklı manaya gidemez ki. Dağ akılsız, kulaksız ses verir durur. Fakat sen sustun mu o da susar. Tanrı Seba’lılara pek büyük bir genişlik ve rahatlık verdi. Yüz binlerce köşk, hayvan ve bağ ihsan etti.

O kötü yaradılışlı adamlar buna şükretmediler. Vefada köpekten de aşağı oldular. Köpeğe bir kapıdan bir lokma ekmek verilse o kapıya bağlanır, hizmetkar olur. Kapıya bekçi kesilir. Ona eziyet edilse yiyeceği layıkıyla verilese bile o kapıyı bırakmaz. Orada karar eder, başka bir kapıya gitmez.

Oraya bir garip köpek gelse oradaki köpekler onu gece gündüz tedibederler. İlk konağına git. Oradan nimetlendin, o nimetlerin hakkı, gönlünü oraya rehin etmendir derler. Yerine git, o nimetin hakkını bundan fazla terketme diye onu diye onu ısırırlar. Sen de gönül ve gönül ehlinin kapısından bir hayli abıhayat içtin, gözlerin açıldı.

Canın, ehlin diller gönlünden nice şükür, vecir ve kendinden geçiş gıdaları yedi. Sonra da yine hırs yüzünden bu kapıyı bıraktın, hırs yüzünden her dükkanın etrafında dönüp dolaşmadasın. O çömleği yağlı ihsan sahiplerinin kapısına arda kalasıca bir tirit için koşup duruyorsun. Bil ki can, asıl burada yağlanır, ümitsiz bir hale düşenin işi burada düzelir.

İsa’nın ibadet yeri, gönül ehlinin sofrasıdır. Kendine gel, kendine ey derde müptela sakın bu kapıyı bırakma. Halk her taraftan toplanır, kör, çolak, kötürüm, topal, hepsi. Sabahleyin İsa’nın ibadet ettiği yerin kapısına gelir, onun nefesiyle illetten kurtulmayı umarak bekleşirdi.

İsa, o güzel gidişli, evradını bitirince kuşluk çağı dışarı çıkar. Zayıf, perişan bir çok dertlinin şifa ümidiyle kapıya oturup bekleştiğini görür. Dua ederde “ Tanrı, hepinizin muradını verdi, maksatlarınıza eriştiniz. Şimdilik illetsiz zahmetsiz yürüyün, Tanrının yargılama ve kerem etmesine doğrulun” der.

Hepsi ayaklara bağlı develere benzerken himmet edip bağlarını çözer. Onlarda hemencecik sıhhat bulup onun duasıyla neşelenerek yürür giderlerdi. Sen de bunca afetlere uğradın, hepsinden tecrübeler gördün. Padişah meşrepli erlerden sıhhat buldun. Topallığın kaç kere düzeldi, canın kaç defa gamdan, mihnetten kurtuldun.

Sense gafilcesine kendini de kaybetmemek için ayağına ip bağlamış durmaktasın be herif! Şükretmiyorsun, nail olduğun nimetleri unutmuşsun. Bu unutuş o bal yediğin zamanları hatırına getirmiyor. Hulasa o yol sana bağlandı. Çünkü gönül ehlinin gönlü, senden incindi, sana darıldı.

Çabuk onları bul, kusur dile, tövbe et. Bulut gibi ağla inle. De sana onların gül bahçeleri açılsın, sana olgun meyveler saçılsın. O kapıda dön dolaş Eshabı kehf’in köpeğiyle kapı yoldaşıysan köpekten aşağı olma. Köpekler bile, gönlünü ilk eve bağla diye köpeklere nasihat ederler.

Kemik yediğin ilk kapıya sıkı bağlan, hak gözetmeyi terketme derler. Edeplensin de oraya gitsin, kurtuluşu o ilk kapıda bulsun diye onu ısırırlar. A azgın köpek, velinimetine isyan etme. Halka gibi o kapıya bağlan. O kapıda bekçilik et. O kapıda çevik davran, o kapıda sıçra.

Vefasızlığını apaçık gösterme, beyhude yere vefasızlığı faş etme. Köpeklerin adeti vefakarlıktır. Yürü be bari köpeklerin adını kötüye çıkarma derler. Ulu Tanrı bile vefakarlıkla öğündü de “ Bizden gayrı ahdine kim vefa eder ki?” dedi. Hakları reddettikten, saymadıktan sonra isteğin kadar vefakar ol.

Bil ki bu vefa, vefasızlığın ta kendisidir. Çünkü hiç kimse Tanrı hakkında daha ziyade hak sahibi değildir ki. Ana hakkı bile Tanrı hakkında sonra gelir. Çünkü Tanrı, anayı senin ana karnındaki şekline borçlu etmiştir. Tanrı, seni onun cisminde bir surete bürümüş, gebelik halinde ona seninle istirahat ve huzur vermiş onu sana alıştırmış.

O da seni kendisinin bir cüzü görmüştür. Tanrının tedbiri anaya ilişik olan o cüzü ayırmıştır. Tanrı binlerce sanat ve fen düzdü de ana, sana sevgi bağladı, şefkat gösterdi. Şu halde Tanrı hakkı, ana hakkından öncedir, Tanrı hakkını bilmeyen eşektir. Anayı, ananın memesini, sütünü yaratan, onu babayla çift eden odur. Ona serkeş olma.

Ey Tanrı, ey ihsanı kadim olan, bildiğim de senindir, bilmediğim de. Sen Tanrıyı an, çünkü benim hakkım hiç eskimez. O sabah çağında, sizin Nuh’un gemisinde koruduğumuzu, bu suretle lütuflarda bulunduğumuz an. O zaman sizin aslınızı, atalarınızı tufandan, tufan dalgasından korudum, onlara aman verdiğim.

Ateş huylu su, yeryüzünü kaplamıştı. Dalgası dağların tepelerine kadar çıkıyordu. Sizi ret etmedim, atanızın, atasının, atasının varlığında sizi korudum. Madem ki baş oldun, sana nasıl ayağımla vururum, kendi iş yurdumu nasıl ziyan ederim? Vefasızlara kendini feda ediyor, kötü bir zan yüzünden o tarafa doğru gidiyorsun.

Bense unutmadan, vefasızlıktan beriyim. Benim yanıma gelsen bile kötü bir zanla gelirsin. Sen, hani kendine benzeyenlerin önünde iki kat olursun ya. İşte onlar hakkında kötü zanda bulun. Nice ulu, ulu dostlar, yoldaşlar edindin. Sana nerede onlar diye sorsam gittiler dersin.

İyi dostun yüce göklere gitti. Kötülük dostunsa yerin dibine geçti. Ara yerde sen kalakaldın, yardımsız, yardımcısız kervandan arta kalan ve sönmeye mahkum ateşe döndün. Ey baba, yiğit dost, yukardan, aşağıdan münezzeh olanın eteğini tut. O, ne İsa gibi göklere ağar, ne Karun gibi yerlere geçer.

Sen yerden yurttan alımdan, satımdan kaldın mı o, mekan aleminden de seninle beraberdir, lamekan aleminde de. Bulanıklardan, duruluklar çıkarır, cefalarını vefa yerine tutar. Cefakarlıkta, bulunursan noksandan kurtulup kemale erişesin diye kulağını burar.

Sulukta virdini terk edersen zahmete, mihnete düşer, sıkıntıya uğrarsın ya. İşte o tediptir. Yapma, o eski ahdi hiç değiştirme demektir. Bu iç sıkıntısı bir zincir şeklini almadan, bu gönlünü sıkan şey, ayağını bağlamadan önce. Bu işareti, beyhude zan etmemen için uğradığın o makul zahmet, duyguna hitap eder bir hale gelir ve meydana çıkar.

Suç işlediğin zaman iç sıkıntıları gönlünü kaplar, bu sıkıntılar, ecelden sonra ist zincir şekline bürünür. Burada bizi anmaktan çekinen kişiye dar bir yaşayış verilir ve körlükle cezalanır. Hırsız, insanların mallarını çaldı mı bir iç sıkıntısı, bir darlık gönlünü tırmalamaya başlar. O, bu sıkıntı, bu darlık nedir ki? Der. Şerrinden ağlayan mazlum yok mu? İşte onun sıkıntısı, onun darlığı.

Bu darlığa, bu sıkıntıya pek aldırış etmezse bu inadının rüzgarı ateşini üfler. Hulasa gönül sıkıntısı, memurların sıkıştırması haline gelir, o manalar, duyulur, görülür bir hale gelip meydana çıkar. Dertler, zindan ve çarmıh olur. Dert; kök tut . kök, dal budak verir. Kök gizliydi, meydana çıktı. Sen de darlığını, ferahlığını bir kök bil. Kötü kökse hemencecik, çabucak onu sök ki çimenlikte çirkin bir diken çıkmasın. İç sıkıntısı görünce ona bir çare bul. Çünkü dallar, hep kökten meydana gelir. Genişlik gördün mü de onu sula, yetişip meyve verince dostlara dağıt.

Seba’lılar, heveslerine uymuş ham kişilerdi. İşleri, güçleri büyüklerin nimetlerine karşı nankörlükte bulunmaktı. Bu nankörlük, adeta sana ihsan eden adama karşı kötülükte bulunmana, onunla savaşmana benzer. Mesela, o iyilik edene, ben bu iyiliği istemiyorum, bundan inciniyorum, neden beni incitiyorsun?

Lütfet de bu iyiliği yapma. Ben göz istemiyorum, beni kör et dersin, işte bunun gibi. Seba’lılar da “ Şehirlerimiz birbirine çok yakın onları uzaklaştır. Kötülük, çirkinlik bize daha iyi bizim ziynetimizi güzelliğimizi al. Biz, bu köşkleri, bağları, bahçeleri istemiyoruz. Ne güzel kadınlarla işimiz var, ne emniyet ve huzurla.

Şehirler, birbirine pek yakın. Halbuki orada ne boş bir çöl, ne güzel bir ova var. Orada yırtıcı hayvanlar, canavarlar vardır” dediler. İnsan yazın kışı ister, fakat kış geldi mi bundan da vazgeçer, istemez. Bir hale katiyen razı olmaz. Ne darlıktan hoşlanır, ne genişlikten, boşluktan.

Geberesi insan, efendisine ne de kafirdir ya hidayete nail oldu mu tutar, inkara sapar. Nefis bu çeşit mahluklardandır da onun için gebertilmeye layıktır. Onun için ulu Tanrı “ Öldürün nefislerinizi” demiştir. Nefis, üç köşeli dikendir, ne çeşit koysan sana batar, ondan kurtulma imkanı mı var ? Heva ve hevesi terketme ateşini vur şu dikene, iyi işli dosta uzat elini, sarıl ona!

Seba’lılar, haddi aşınca bize veba, seher yelinden daha iyi diyecek derecede taşkınlık gösterince, Öğütçüler, onlara öğüt verdiler, kötülüklerine, küfürlerine mani olmaya çalıştılar. Fakat onlar öğütçülerin kanlarına kastediyorlar, kötülük ve kafirlik tohumu ekiyorlardı.

Kaza geldi mi bu cihan daralır, tatlı helva bile ağzında zehir kesilir demişler. Kaza gelince göz kapanır da göz gözü görmez olur. O atlının hilesi, bir toz kopardı mı o toz , seni yardım dilemeden bile uzaklaştırır. Atlıya doğru yürü, toza doğru değil. Yoksa atlının tozu, seni ezer bitirir.

Tanrı bu kurdun yediği adama “ Kurdun tozunu gördü de neden feryad etmedi? Kurdun kopardığı tozu bilemedi. Bunca bilgisiyle, bunca hüneriyle neden yayılıp otlamaya koyuldu? Koyunlar bile kendilerine zarar verecek olan kurdun kokusunu duyar, ondan taraf, taraf kaçarlar.

Hayvan bile aslanı kokusundan anlar da otlamayı bırakır” Aslanın kızgınlığından bir koku aldın mı dön Tanrı’ ya sığınmaya, yalvarmaya koyul. Onlar, kurdun tozundan ürkmediler, çekinmediler. Tozun ardından o koca mihnet kurdu çatıp geldi. O koyunları, hışımla paraladı gitti. Onlar, akıl çobanından göz yummuşlardı. Onları, çoban ne kadar çağırdı da gelmediler, çobanın gözüne toz toprak serptiler.

“ Yürü be, biz senden ziyade çobanız. Her birimiz başız, uluyuz. Böyle olduğu halde nasıl sana uyarız? Biz kurtlara lokmayız, senin adamın değil. Ateşin odunlarıyız, utanma arlanma yok bizde” dediler.

Bilgisizlik, akılda bir taassuptur ki buna tutulanların şehirlerinde kargalar şom, şom bağrışırlar, yerleri yurtları harabeye döner. Onlar mazlumlar için kuyu kazdılar ama kazdıkları kuyuya kendileri düştüler, ah etmeye başladılar. Yusufların derilerini yüzdüler, fakat kendi yaptıklarını birer, birer buldular.

O Yusuf kimdir? Senin hak arayan gönlün, o gönül, bir esir gibi senin yurdunda bağlıdır. Bir Cebrail’i direğe bağlamış, koluna, kanadına yüzlerce yara açmış, perişan etmişsin de. Sonra da önüne kebap olmuş dana getiriyor, bazan da onu samanlığa götürüp hadi ye, işte bizim yağlı gıdamız budur diyorsun.

Halbuki ona Tanrı vuslatından başak gıda yoktur. O dertlere düşmüş zavallı da bu işkenceden bu sınanmadan kırılıp senden Tanrıya şikayet ederek der ki: “ Yarabbi, bu kocamış kurttan eleman” Tanrı da ona “ Sabret, işte vakit geldi. haberi olmayan her kişiden öcünü alacağım” der. Feryada erişen Tanrıdan başka kim feryada erişir ki.

O “ Yarabbi yüzünün ayrılığından sabrım bitti. Yahudiler elinde aciz kalmış Ahmed’im Semud kavminin hepsine düşmüş Salihim. Ey Peygamberlerin canlarına kutluluk bağışlayan Ya beni öldür, ya kendine çağır, yahut da sen gel! Kafirlere bile ayrılığına tahammül yok.

Onların bile her birisi keşke toprak olsaydım der. “ Kafirin bile hali böyle olursa senin olanın hali, sensiz e olur?” der. Halk da der ki “ Öyledir, doğru ey temiz adam fakat söz dinle, sabret sabır iyidir. Sabah yaklaştı, sus, çok coşma. Ben senin için çalışıp duruyorum, sen çalışma!”

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

hikaye113

hikaye61

Hz.Mevlana'dan Bir Dua