hikaye113

DAVET



Birisi, gündüzün, gönlü aşk ve yanışla dolu olarak kandille gezerdi. Bir herzevekil ona dedi ki: A adam kendine gel de öyle bir dükkanı arayıp durma. Aydın günde kandille ne gezip duruyorsun, bu ne saçma şey?
Adam dedi ki: Her yanda adam arıyorum. O nefesle diri olan kimdir? Bir adam, şu Pazar, adamla dolu o hür kişi dedi.

Adam arayan dedi ki: Bu iki yol ağzı ana caddede öfke ve hırs zamanında dayanan bir adam arıyorum. Öfke ve şehvet vaktinde kendini tutabilen adam nerede? Bucak, bucak sokak, sokak böyle bir adam arıyorum işte. Nerede alemde bu iki halde dayanabilen bir adam ki bugün ona canımı feda edeyim.

Bunu duyan, nadir bulunur bir şey arıyorsun, fakat kaza ve kaderden gafilsin dedi iyi bak. Sen, fer-e bakıyorsun; asıldan haberin bile yok. Biz fer-iz asıl olan kader hükümleridir. Kaza ve kader, dönüp duran gökyüzünün bile yolunu kaybeder. Yüzlerce Utarit’i kaza ve kader aptallaştırır. Çare alemini daraltır, demirle mermeri bile eritir, su haline getirir.

Ey bu yolu adım adım adımlamaya karar veren kişi, sen hamın hamısın, hamın hamısın, hamın hamı. Değirmen taşının dönüşünü gördün, bari gel de dereyi de gör. Toprağı tozu havalanmış görmedesin. Fakat toprağın arasında yeli de gör. Düşünce kaplarını kaynar görmedesin, aklını başına devşir de ateşe de bak.

Tanrı Eyyüb’e ihsanlarını söylerken ben, senin her kılına bir sabır verdim dedi. Kendine gel de sabrına bu kadar bakma. Sabrı gördün sabır vereni de gör. Dolabın dönüşünü ne vakte dek göreceksin? Başını çevir de hızlı ve coşkun coşkun akan suyu da gör. Görüyorum deyip duruyorsun ama onu görmenin ayan beyan nişaneleri vardır.

Şöyle denizin köpüğünü görüverdin mi hayran olman lazım ki denizi de göresin. Köpüğü gören, sırlar söyler. Fakat denizi gören şaşırır kalır. Köpüğü gören niyetlerde bulunur; denizi gören, gönlünü deniz haline getirir. Köpükleri gören onları sayar döker. Denizi görenin irade ve ihtiyarı kalmaz. Köpüğü gören dönüp dolaşmaya düşer. Denizi gören de hiçbir gıllügüş kalmaz.

Bir adam, Mecusi’nin birine, yahu gel de Müslüman ol Müslümanlar arasına karış dedi.

Mecusi dedi ki: Tanrı dilerse imana gelirim. İhsanını çoğaltırsa yakin elde ederim dedi.

Müslüman dedi ki: Tanrı senin imana gelmeni ister, canını cehennemden kurtarmak diler. Ama kötü nefsin, o çirkin Şeytanın seni küfür tarafın, kilisenin bulunduğu yere çekmektedir.

Mecusi, ey insaf sahibi dedi, mademki onlar üstün, ben de güçlü kuvvetli olana dost olurum. Üstün olana dost olabilir, beni daha fazla ve kuvvetle çekenin bulunduğu yere gidebilirim. Tanrı, benden adamakıllı öz doğruluğu istiyormuş. Dileği yerine gelmedikten sonra ne fayda? Nefis ve Şeytan, kendi dileğini yürüttükten sonra tanrı inayeti kahroldu, paramparça oldu demektir.

Sen bir köşk, bir saray yaparsın. Onu yüzlerce nakışlarla, resimlerle bezersin. Sen onun bir hayır yurdu, bir mescit olmasını istersin ama başka biri çıkar gelir, orayı kilise, manastır yapar. Yahur sen bir kumaş dokur, ondan giyinmek içi kendine bir kaftan yapmak istersin. Sen kaftan istersin ama düşman, inadı yüzünden senin rahmine o kumaştan şalvar yapar. Canım efendim, onun isteğine uymaktan başka ne çaresi var kumaşın? Kumaş sahibi zebun oldu, kumaşın ne kabahati var? Üstün olmayana ait olmayan kimdir ki?

Birisi, ev sahibinin isteği olmadan sürüp gelir, onun yurduna diken ekerse, ev sahibi, elbette horluğa düşmek zorunda kalır. Ona böyle bir horluk, çaresiz gelip çatar.

Bende taze ve yeni isem de ne çare? Hor hakir oldum işte. Sevgili böyle istiyor, ben de hor oluyorum. Nefsin istediği olduktan sonra artık, bir işi Tanrı dilerse olur demek, bir alaydan ibarettir. Ben, Mecusilerin kusuru, yahut kafirsem de Tanrı hakkında yine böyle bir zanda bulunmam. Bir kimse onun dileği olmadan ülkesinde gezsin dolaşsın, buyruk yürütsün... buna imkan yoktur.

Birisi, onun ülkesini ele geçirsin de soluğu yaratan Tanrı, bir nefes bile almasın, bir şey bile söylemesin, böyle şey olmaz. Eğer Tanrı , bir adamdan Şeytanı sürüp koymak dilerde buna rağmen Şeytan, her an o adamın derdini arttırırsa, bu Şeytana kul olmak gerek. Çünkü her mecliste üstün çıkan o. Ben, aman Şeytan benden kapmasın der durursam peki, böyle bir anda o ihsanlar sahibi Tanrı neden elimden tutmaz. Onun dilediği oluyorsa artık benim işim kimden düzelir ki?

Haşa; Tanrı neyi dilerse o olur. O, mekan aleminde de hakimdir, mekansızlık aleminde de. Hiçbir kimse, onun ülkesinde onun emri olmadıkça bir kılı bile kımıldatamaz. Mülk onundur, ferman onun. Onun kapısında en aşağılık köpek, Şeytandır.

Türkmen’in kapısında bir köpeği olsa, o köpek, onun kapısına yüzünü başını koyup yatsa, evin çocukları, kuyruğunu bile çekseler aldırmaz, onların ellerinde oyuncak olur.

Fakat yoldan bir yabancı geçse erkek aslan gibi ona saldırır. Çünkü “Kafirlere şiddetlidir” dosta gül gibidir, düşmana diken gibi. Türkmen ona tutmaç suyu bile verse o, buna razı olur, bekçiliğini yapar. Peki köpek Şeytanı da Tanrı yaratmıştır. Onda yüzlerce düşünce, yüzlerce hile halk etmiştir.

İyinin kötünün yüz suyunu gidersin diye yüz sularını ona gıda etmiştir. Halkın yüz suyu, ona verilen tutmaç suyudur. Şeytan bunu yer, bununla doyar. Böyle olduğu halde nasıl olur da canı, kudret otağının önünde kurban olmaz?

İyilerden de, kötülerden de sürü sürü nice kişiler var ki ayaklarını yere döşemiş, köpek gibi o kapıya yönelmiştir. Hepsi de Tanrılık mağarasının eşiğinde köpek gibi yatmışlar, zerre zerre buyruk beklemede, kulak kabartmadalar. Ey köpek Şeytan, halk bu yola ayak bastı mı onları sına. Saldır onlara, onları buraya koma. Bu suretle bak bakalım, doğrulukta hangisi er, hangisi dişi.

“Tanrıya sığınırım” neden denir? Köpek kızıp saldırmaya başlayınca değil mi? Ey Hıta Türkü “Tanrıya sığınırım” demek, köpeğe bağır yolu aç da, otağının kapısına geleyim, senin cömertliğinden bir hacet dileyeyim demektir.

Türk, köpeğin saldırışından aciz olunca bu “Tanrıya sığınırım” demek, bu feryat etmek, yerinde bir iş değildir. Türk de “Tanrıya sığınırım” bu köpekten. Bu köpeğin yüzünden yurdumdan aciz kaldım. Sen, bu kapıya gelmeme yardım etmiyorsun bende bu kapıdan çıkamıyorum derse, artık Türkün de başına toprak konuğunda. Bir köpek ikisinin de boynunu bağlıyor demek.

Haşa... Tanrı hakkı için Türk, bir nara attı mı köpek kim oluyor? Erkek aslan bile kan kusar. Ey kendine Tanrı aslanı diyen yıllar oldu köpeklikte kaldın. Bu köpek senin için nasıl av avlayabilir ki sen apaçık köpeğe av olmuşsun.

Müslüman dedi ki: Ey Cebri, sözümü dinle. Kendi düşünceni bildirdin, söyleyeceklerini söyledin. Şimdi cevap veriyorum bana kulak ver. A santranç oynayan kendi oyununu gördün. Şimdi de uzun uzadiye hasmının oyununu gör. Kendi özür defterini okudun. Sünni’nin defterini de oku, ne diye öyle kala kaldın?

Kaza ve kader konusunda cebrice ince sözler söyledin. Şimdi macerayı dinle de onun sırrını benden duy. Şüphe yok ki bizim bir ihtiyarımız vardır. Duyguyu inkar edemezsin, bu meydandadır. Kimse, taşa gel buraya demez. Kimse bir toprak parçasından vefa ummaz. Kimse adama hadi uç demediği gibi köre de gel, beni gör diye bir teklifte bulunmaz.

Tanrı “Köre teklif yok” dedi. Hiç güçlükleri açan Tanrı kimseyi güce sokar mı? Kimse taşa geç geldin, yahut sopaya neden bana vurdun demez.

Mecbur olandan böyle şeyler aranmayacağı gibi özürlüye de kimse bu çeşit sözler söylemez, vurup dövmez. Ey yeni yakası temiz kişi, emir, nehiy, öfke, lütuf ve azarlama, ancak ihtiyacı olanadır. Zulümde de ihtiyarımız vardır, sitemde de. Ben, bu Şeytanla nefisten bunu kastettim.

İhtiyar senin içindedir. O, bir Yusuf görmedikçe elini uzatamaz. İhtiyar ve dilek nefistedir. Dilediği şeyin yüzünü görür de ondan sonra kol kanat açar.

Köpek uyumuş ama ihtiyarı kayboldu sanma. İşkembeyi gördü mü kuyruğunu sallamaya başlar. At da arpa gördü mü kişnemeye koyulur; kedi de etin oynadığını görünce miyavlamaya başlar. İhtiyarın harekete gelmesine sebep görüştür, ateşten kıvılcım çıkaranın körük olduğu gibi. Şu halde, ihtiyarın, İblis gibi seni oynatır. Sana vasıtalık eder, Vis’in selamını haberini getirir. Dilediği bir şeyi adama gösterdi mi, uyumuş olan ihtiyar, derhal gözünü açar. Melekler de Şeytanın inadına gönlüne feryatlar salar.

Bu suretle hayra olan ihtiyarını harekete getirmek ister. Çünkü bu göstermeden önce şu iki huy da uykudadır. Şu halde ihtiyar damarlarını harekete geçirmek için melek de sana yapılacak şeyleri gösterir, Şeytan da. Sendeki hayır ve şer ihtiyarı, ilham ve vesveselerle birken on olur, on kişinin ihtiyarına sahip olursun.

A tatlı adam, namazın dışındaki işlerin helal olması için namazdan çıkarken meleklere selam vermek gerekir. Bu selam, sizin güzel ilhamınız ve duanız yüzünden ihtiyarımla şu namazı kıldım demektir. Suçtan sonra da tutar İblise lanet edersin. Çünkü bu eğriliğe onun yüzünden düştün. Şeytanla melek, gayp perdesinin ardından gizlice bu kötülükle iyiliği sana gösterir.

Fakat gözünün önünden gayp perdesi kalktı mı seni hayra, şerre sevk edenlerin yüzlerini görürsün. Onların sözlerinden, gizlice söz söyleyenlerin bunlar olduğunu tanırsın.

Şeytan, ey tabiat ve ten tutsağı der, ben bunu sana gösterdim, fakat zorlamadım ki. Melek de, ben sana, bu neşe yüzünden gamın artar demedim mi? Falan günde ben sana şöyle demedim mi? Cinler yolu o tarafa giden yoldur. Biz senin canına dostuz, ruhuna ruhlar katarız. Senin babana ihlasla secde etmişiz. Şimdi de sana hizmet etmekte, hizmet edilme yoluna seni çağırmadayız.

Bu Şeytanlar babana da düşmandı. “Secde edin” emrine uymadılar. Fakat sen ona uydun da bizi dinlemedin. Hizmet haklarımızı tanımadın bile. Şimdi biz de meydandayız, onlar da. Sözümüzden, sesimizden tanı, gör der.

Gece yarısı dosttan bir sır duydun, onun söz söyleyişini işittin mi, sabahleyin söz söyleyenin o dost olduğunu anlarsın. Geceleyin kişi, sana haber getirirse sabahleyin ikisini de seslerinden tanırsın. Geceleyin aslan ve köpek seslerini duysan karanlıkta yüzlerini görmezsin ama, gündüz olunca yine bağırdıkları zaman aklınla o sesleri ayırt eder, hangi hayvanlara ait olduğunu anlarsın.

Hasılı Şeytanla ruh, sana kötülüğü ve iyiliği gösterirler. Her ikisi de ihtiyarın olduğuna delildir. Bizde bir gizli ihtiyar vardır. İki şey gördün mü artar harekete gelir. Hocalar, çocukları döverler, hiç kara taş terbiye kabul eder mi? Hiç taşa yarın gel, gelmezsen seni kötü bir surette cezalandırırım der mi? Hiç akıllı adam, bir toprak parçasını döver, bir taşı azarlar mı?

Akıl bakımından cebir, kadere inanmamaktan da daha rezilce bir iştir. Çünkü Cebri olan kendi duygusunu inkar ediyor demektir. Kaderi inkar eden hiç olmazsa duyguyu inkar etmiyor. Oğul, Tanrı işi, duyguya sığmaz ya. Fakat ulu Tanrının işini inkar edense adeta delilin delalet ettiği şeyi inkar ediyor demektir.

Kaderi inkar eden, duman vardır da ateş yoktur, kandilin ışığı, hiçbir ışık olmaksızın aydındır demektir. Cebri ise ateşi görür de inadına ateş yok der. Ateş, eteğini tutuşturur, yakar, yine ateş yoktur der. Karanlık, eteğini dolaştırır, yere kapaklanır, yine karanlık yok eder.

Hasılı bu Cebir davası, Sofistliktir. Onun içinde Tanrıyı inkar edişten de beterdir. Tanrıyı inkar eden, alem vardır, Tanrı yoktur. Yarabbi diyene icabette bulunmaz, yoktur ki der. Sofist tereddütler ıstıraplar içindedir. Bütün alem ihtiyarı inkar eder, emrin, nehyin, şunu getir, bunu getirme demenin hak olduğunu söyler de; o, daima emir ve nehiy yoktur. Yapılan işler, dileğimizle değildir deyip durur.

Arkadaş, duyguyu hayvan bile ikrar eder. Fakat bu husustaki delil, pek incedir. Zira biz, ihtiyarımızı duyarız. Bize bir işi teklif etmek, yerindedir.

Vicdani anlayış duygu yerine kaimdir. Her ikisi de bir arktan akar. Onun için bu anlayışa yap, yapma diye emir etmek, nehiyde bulunmak, onunla maceralara girişmek, söyleşmek yerindedir. Yarın bunu, yahut onu yapayım demek ihtiyara delildir güzelim. Yaptığın kötülük yüzünden pişman olman da ihtiyarına delalet eder, demek ki kendi ihtiyarınla pişman oldun, doğru yolu buldun.

Bütün Kuran emirdir nehiydir, korkutmadır. Mermer taşa kim emir verir, bunu kim görmüştür? Akıllı bilgili adam, toprak parçasına, taşa hükmeder mi? Akıl, tahta parçasına taşa hükmeder mi? Akıl sahibi resme, be hey eli bağlı, ayağı kırık yiğit, mızrağı al da savaşa gel diye el atar, buyruk yürütmeye kalkar mı?

Peki... Yıldızları ve gökyüzünü yaratan Tanrı, cahilcesine nasıl emir ve nehiyde bulunur? Kulda ihtiyar yoktur diye Tanrıdan güya aciz ihtimalini gidermeye kalkıştın ama onu cahil, ahmak ve aptal yaptın. Kader yoktur, kul, kendi ihtiyarıyla iş yapar demekte hiç olmazsa aciz yoktur, hatta olsa bile cahillik, acizlikten beterdir.

Türk kereminden konuğa der ki, kapıma köpeksiz gel de köpeğim, senden ağzını dudağını bağlasın. Sense bu sözün tam aksini tutar otağın tam aksine gidersin. Elbette köpek seni yaralar. Kullar nasıl gitmişlerse öyle git ki köpeği, sana karşı kin ve merhametli olsun.

Sen tutar, kendinle beraber bir köpek, yahut tilki görürsen elbette her çadırın altından bir köpek çıkar, başına üşüşürler. Tanrıdan başkasında ihtiyar yoksa suçluya niye kızıyorsun? Neden düşmana karşı diş biler durursun? Nasıl onun suçunu kusurunu görürsün? Evin damından bir odun kırılıp düşse seni adamakıllı yaralasa, hiç o tahta parçasına kızar mısın? Neden bana vurdu da elimi kırdı? O benim can düşmanım der misin? Neden küçük çocukları döversin de büyüklere dokunmazsın? Malını çalan hırsızı gösterir, tut şunu, elini ayağını kır, onu esir et dersin.

Karına göz koyana yüz binlerce defa coşar köpürürsün. Fakat sel gelse de eşyanı götürse akıl, hiç sele kızar, kinlenir mi? Yahut yel esse de sarığını kapıp uçursa gönlünde yele karşı bir hiddet peydahlanır mı? Öfke, cebrice, özürlere girişmeyesin diye sana ihtiyarın olduğunu anlatıp durmadadır. Deveci bir deveyi dövse o deve, dövene kasteder. Devecinin değneğine kızmaz. Görüyorsun ya, deve bile ihtiyardan bir kokuya sahiptir.

Yine böyle bir köpeğe taş atsan iki büklüm olur da yine sarar. Hatta seni bırakıp o taşı yakalarsa, ısırırsa o da yine sana olan kızgınlığındandır. Çünkü sen ondan uzaktasın sana el atamıyor, onu ısırıyor. Hayvani olan akıl bile ihtiyarı biliyor. Artık sen ey insani akıl, utan da ihtiyar yoktur deme.

İhtiyar, apaydın meydandadır ama o obur, sahur yemeği tamahı ile gözünü nurdan kapar. Çünkü onun bütün meyli ekmek yemeğedir, bunun için yüzünü karanlığa tutar da daha gündüz olmadı der. Hırs gündüzü bile gizledikten sonra artık delile sırtını çevirirse şaşılmaz.

Bir hırsız, şahneye dedi ki: Efendim, yaptığım iş, Tanrı taktiri. Şahne dedi ki: A iki gözümün nuru, benim yaptığım da Tanrının hikmeti, Tanrının taktiri!

Birisi bir dükkandan bir turp çalsa da a akıllı kişi, bu Tanrı taktiri dese; başına iki üç yumruk vurur da bu da Tanrı taktiri dersin, koy turpu yerine. A herzevekil, bir nebat hususunda bakkal bile bu kadri kabul etmiyor da, sen buna nasıl güveniyor, ejderhanın çevresinde dönüp dolaşıyorsun?

Böyle bir özürle ey akılsız adam, kanını da tamamı ile sebil ettin, malını da, karını da öyle mi? Şu halde birisi de senin bıyığını tutup yolsa da özür getirse, kendisini mecbur gösterse kabul mu edeceksin? Tanrı hükmü, sana özür olabiliyorsa ala, öğren de bana fetva ver bakalım. benim de yüzlerce isteğim, şehvetim var da elim, korkudan, Tanrı heybetinden bağlı. Kerem ette bana şu özrü öğret, elimden ayağımdan düğümü çöz.

Bir sanatı seçmiş kendine iş edinmişsin. Bu, bir ihtiyarım var, bir düşüncem var demektir. Yoksa ey iş eri, neden sanatlar arasında o sanatı seçtin? Ama nefis ve hava hevesi geldi miydi sana yirmi er kuvveti gelir. Dostun senin bir zerre menfaatine mani olsa hemen savaş ihtiyarına sahip olur onunla cenge kalkışırsın. Fakat nimetlere şükür etme nöbeti geldi mi ihtiyarın yoktur; taştan da aşağı bir hal alırsın. Nihayet cehennem de seni yakıyor ama hoş gör, beni mazur tut diye özür getirir.

Kimse, bu delille seni mazur görmedikten sonra artık bu delil, seni celladın elinden kurtarmaz. Alem böyle kurulmuş, böyle gider. Bu alemi gördün ya, o alemin hali de artık sana malum oldu demektir.

Birisi ağacın tepesine çıkmış, hırsızcasına şiddetle ağacı silkiyor, meyvelerini döküyordu. Bağ sahibi gelip de a alçak dedi, Tanrıdan utanmıyor musun? Bu yaptığın ne?

Hırsız dedi ki: tanrı bağından Tanrı kulu, Tanrının ihsan ettiği hurmayı yerse, adice ne kınıyorsun, gani tanrının ihsanını neden kıskanıyorsun. Bağ sahibi hizmetçisine Aybek dedi, getir o ipi de şu adama cevap vereyim. İp gelince hırsızı ağaca bir güzel bağladı. Arkasına, ayaklarına vurarak onu adamakıllı dövmeye başladı. Hırsız yahu dedi Tanrıdan utan, bu suçsuz günahsız kulu öldürüyorsun.

Bağcı dedi ki: Tanrının kulu, başka bir kulunu Tanrı sopası ile dövüyor. Sopa da Tanrının, arka da, yanda. Ben, ancak onun kulu ve buyruğunun aletiyim. Hırsız cebirden tövbe ettim. İhtiyar vardır, vardır, var dedi. Kullardaki ihtiyarları, onun ihtiyarı var etti. Onun ihtiyarı bir atlıdır, bizim ihtiyarımıza binmiştir.

Tanrı ihtiyarı, bizim ihtiyarımızı meydana getirmiştir. Emir, ancak ihtiyara dayanır. Her mahlukun, ihtiyarsız gibi görünen muktedir bir hakimi vardır ki, onu ihtiyarsız bir surette çekip avlar. Zeydin kulağını tutup bir yana çeker. Fakat ihtiyacı olmayan Tanrı, hiçbir aleti olmaksızın, o kulun ihtiyarını kendisine kement yapar. Zeydi, kendi ihtiyarı bağlar. Tanrı da köpeksiz tuzaksız onu avlar. O dülger tahtaya hakimdir, o ressam güzelliğe hakim. Demirci demire hakimdir, mimar, alete hakim.

Şaşılacak şey, görülmemiş nesne şudur ki bunca ihtiyar, kul gibi onun ihtiyarına secde eder. Cansız şeylere kudretin var, fakat bu kudretin, onlardaki cansızlığı giderir mi? Onun kudreti de tıpkı bunun gibi kulların ihtiyarlarını gidermez. İstersen onun kudret ve ihtiyarını kemaliyle söyle. Bu, cebir ve sapıklık olmaz. Benim küfrüm onun dileğidir dedin ama bil ki senin bu küfürde bir dileğin var.

Çünkü sen istemedikçe kafir olmazsın. Dileksiz küfür, tenakuzdur. Hem kafirsin hem de küfrü istemiyorsun böyle şey olur mu? Acze emir vermek hem kötü bir şeydir, hem çirkin bir şey. Acze kızmak, gazap etmekse bundan da beterdir, hele merhamet sahibi Tanrı kızar, gazap ederse.

Öküz boyunduruğa gelmezse döverler. Fakat uçmayan öküz hiç dövülür mü, horlanır mı? Öküz bile hizmetten kaçarsa mazur tutulmuyor peki öküz sahibi neden mazur sayılsın? Madem ki hasta değilsin başını bağlama. İhtiyarın vardır, sakalına bıyığına gülme. Çalış Tanrı şarabını iç, bir tazelik bul da o zaman ihtiyarsız bir hale gelir, kendinden geçersin. O zaman bütün ihtiyar o şarabın olur. Sen de tam bir sarhoş gibi tamamı ile mazur sayılırsın.

O zaman ne söylersen, sözün şarabın sözü olur. O zaman ne siler süpürürsen silip süpürdüğün, şarabın silip süpürmesi olur.

Tanrı kadehinden şarap içen bir sarhoş hiç adaletten ve doğrudan başka bir şey yapar mı? Firavun, imana gelen büyücülerin ellerini, ayaklarını kestireceği vakit Firavuna yirmi kere dediler ki: Elimizin ayağımızın kesileceğinden bir pervamız yok. Bizim elimiz ayağımız o tek Tanrıdır. Zahiri olsa bir gölgeden ibarettir, eksilebilir.

Kulun “Tanrı ne dilediyse o oldu” demesi, o işte tembel ol demek için değildir. Bu söz kalbini sağlam tutup çalışmaya teşviktir. O hizmette daha fazla gayrette bulun, o işe daha fazla alış ve sarıl demektir. Sana, adamın ne dilerse dile. İşin iş, dilediğin şey, dilediğin gibi olacak deseler. O zaman tembellik etsen de caizdir. Çünkü ne dilersen olup bitecek.

Fakat “Tanrı neyi dilediyse o oldu” Hüküm mutlak ve ebedi olarak onundur derlerse, neden o işe yüzlerce adam gibi sarılmaz, kulcasına o işin etrafında dönüp dolaşmazsın? Vezir neyi dilerse o olur. Alıp tutmada hüküm onun hükmü derlerse. Derhal yüz adammışsın gibi onun etrafında dönüp dolaşır, başına ihsan ve lütuflar dökmesi için elinden geleni yapmaya mı kalkışırsın?

Yoksa vezirden, vezirin köşkünden kaçıp gider misin? Bu son hareket onun yardımını lütfunu aramak değildir ki. Sen, bu sözü ters anladın da tembelleştin, anlayışına ters bir hal oldu, aklın karıştı gitti.

Emir filan efendinindir demek ne demektir? Sakın ha ondan başkasıyla az düş kalk. Onun başına dön dolaş. Emir onun emri, düşmanı o öldürecek, dostun canını o kurtaracak. O ne dilerse ancak ona nail olabilirsin. Onun için onun yanına az gitme, onu kaybetme, onu seç demektir.

Mademki hüküm onun hükmü, onun yanına uğrama, onun etrafında dönüp dolaşma da amel defterin kapkara, yüzün sapsarı olmasın demek değildir. O sözü tevil etmek gereklidir ki seni kızıştırsın, ümitlendirsin, çevik bir hele getirsin, ar ve haya sahibi etsin.

Eğer sana gevşeklik verirse bil ki bu, başka bir hale sokuyor, tevil değildir. Bu söz seni gayrete getirmek, ümitsizleri iki ellerinden tutmak için gelmiştir. Kuran’ın manası, ancak Kuran’dan, yahut da hava ve hevesini ateşe vurmuş, Kuran’ın huzurunda alçalmış, kurban olmuş, ruhu, Kuran kesilmiş adamdan sor. Bir yağ tamamı ile güle feda olur, gül kesilirse ister onu yağ diye kokla,ister gül diye.

“Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu” sözü de insanı, en önemli işe teşvik etmek içindir. Şu halde kalem, herkesin işine layık olanı mükafat ve mücazatı yazmıştır. Eğri gidersen kalemde sana eğri yazar. Doğru gidersen kalem de kutluluğunu arttırır.

Zulmedersen kötüsün gerisin geriye gittin. Kalem bunu yazdı ve mürekkep kurudu. Adalette bulunursan saadete eresin, kalem bunu yazdı, mürekkebi bile kurudu.

Elinle hırsızlık edersen cezanı çekersin. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Şarap içersen sarhoş olursun. Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. Reva görür müsün ki Tanrı, işten kalsın bir şey yapamasın. İş, benim elimden çıktı, bir şey yapamam artık. Benim yanıma bu kadar gelme, bu kadar sızlanma desin.

“Kalem kurudu” sözünün manası, benim yanımda adaletle sitem bir değildir. ben hayırla şerrin arasına bir fark koydum. Kötüyle daha kötüyü de ayırdım demektir. Bir zerre bile sende edep hayayı arttırsa, dostunda bir zerre daha edepli olsan bil ki bu, Tanrının lütfudur, ihsanıdır. O bir zerre senin kadrini arttırır. O bir zerre, harice dağ gibi ayak basar.

Bir padişah olsa da onun yanında emin kişiyle zalimin farkı olmasa, onun kendisini ret edeceğinden korkup titreyenle onun işini kınayanı, fark etmese, yanında ikisi de bir olsa bu adam, padişah değildir. kara toprak, o adamın başına. Bir zerre bile senin çalışmanı arttırsa Tanrı terazisinde tartılır.

Halbuki bu padişahların önünde can çekişip durursun. Çünkü bunlar, hiyanetle hakikati bilmezler, haberleri bile yoktur. Bir kovucunun sözü ile yıllarca süren hizmetini zayi ediverir. Fakat her şeyi duyan, her şeyi gören bir padişah, kovucuların sözlerine aldırmaz bile.

Bütün kovucular, ondan ümitlerini keser, meyus olurlar. Fakat bize geldiler, kovuculuk ettiler mi onlara bağlılığımız artar.

Padişaha bizim önümüzde nice kovucuklukta bulunurlar, cefakarlıklarımızı söylerler. Yürü artık kalem kurudu, az vefakar ol derler.

“Kalem yazdı, mürekkebi kurudu” sözünün manası, cefa ile vefa birdir demek değildir. cefaya karşılık cefa... Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu. O vefaya karşılık da vefa... Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu demektir. Af vardır, fakat ümit parlaklığı nerede ki kul, tanrıdan çekinmeyle yüzü ak olsun?

Hırsız af edilse bile canını kurtarır. Fakat nerede vezir ve hazine emini olacak? Ey din emini, ey Tanrıya mensup er, gel ki her taç, her bayrak eminlikten meydana gelir. Padişahın oğlu bile olsa da hainlikten bulunsa padişah, bil ki onun başını bedeninden ayırıverir. Fakat Hintli bir kara köle vefada bulunsa devlet ve ikbale erişir, ömrü artar.

Ne kölesi? Hatta bir kapının köpeği bile vefadan bulunsa sahibinin gönlünde ona karşı yüzlerce rıza vardır. Bu yüzden köpeğin ağzını bile öper. Artık var kıyas et, kapısındaki aslan, vefakarlık etse de ona neler yapmaz?

Yalnız hırsız, kulluklar eder, doğruluğu cefayı kökünden çekip sökerse... Hani yol kesen Fuzeyl gibi. O da oyununu iyi oynadı; bir adam gibi değil, on adam gibi tövbeye sarıldı. Bu çeşit hırsız da yücelir devlete erer. Nitekim büyücüler, sabır ve vefaları ile Firavunun yüzünü kararttılar.

Evvelce yaptıkları suça karşılık ellerini, ayaklarını feda ettiler. Bu iş, yüzlerce yıl ibadette bulunmaya benzer mi hiç? Sen, elli yıl ibadette bulunur, kulluk edersin ama nereden böyle bir doğruluğu elde edeceksin?

Herat şehrinde bir küstah yoksul, mevkii yüksek bir köleyi gördü. Sırtında atlas bir elbise, belinde altın bir kemer vardı. Köle giderken yoksul, yüzünü gökyüzüne kaldırdı da dedi ki: Tanrı, kula bakmayı neden bu ihsan sahibi efendiden öğrenmezsin? Ey Tanrı, kula bakmayı bu uludan, padişahımızın seçtiği bu yüce kişiden öğren bari. Yoksul muhtaçtı, çıplaktı, hiçbir şeyi yoktu. Kışın soğuktan tirtir titriyordu.

Kendinden haberi olmayan adam, bu yüzden böyle bir cürette bulundu. Tanrının binlerce ihsanına, onun nedimi olduğuna, onu bilenler arasına katıldığına güveni vardı. Padişahın nedimi bir küstahlıkta bulunursa bu hareketi, kendine senet yapma. Tanrı bel verdi. Elbette bel, kemerden iyidir. Fakat taç veren adam, baş da verebilir mi? Sonunda bir gün padişah, o efendiyi (Amid’i) bir suç altına aldı, elini ayağını bağlattı.

Efendimizin definesi nerede? Gösterin diye kölelere işkence etmeye başladı. A aşağılık adamlar, onun sırrını söyleyin bana... Yoksa dilinizi boğazınızı keserim diye, tam bir ay onlara gece gündüz işkence ettirdi. Onları paramparça etti. Bir tanesi bile efendilerinin sırrını söylemediler.

Bu sırada yoksul uyurken hafiften ses geldi: Ey ulu er, gel de sen de kul olmayı bunlardan öğren. ey Yusufların derisini paralayan, seni de bir kurt paralarsa bunu kendinden bil. Bütün yıl dokuduğunu giyin, bütün yıl ektiğini biç.

Anbean sana gelip çatan bu dertler, senin yaptıklarının cezasıdır. İşte “Kalem yazdı, mürekkebi bile kurudu” nun manası budur. Bizim adetimiz değişmez, doğru yolu gösteririz. İyiliğe karşılık iyilik, kötülüğe karşılık da kötülük demektir.

Ne yapacaksan düşün de öyle yap, çünkü Süleyman diridir. Sen şeytan oldukça kılıcı sıyrılmıştır. Fakat bir adam melek oldu mu kılıçtan emindir, Süleyman’dan hiçbir korkusu yoktur onun. Süleyman’ın hükmü,meleğe değildir, Şeytanadır. Eziyet, zahmet, topraktadır, gökte değil. Bu cebir inanışı bırak, pek hoştur bu inanış. Bu inanışı bırak da cebrin sırrının sırrı nedir anla. Bütün tembellerin malı olan o cebirden bir haber al. Maşukluğu bırak da aşık ol ey ve üstün olduğunu sanan!

Sen manada geceden de dilsiz, sessizsin. Öyle olduğu halde sözüne niceye bir müşteri arayacaksın? Onlar, senin önünde sana aş sallayıp dururlar. Ömrün, onların sevdası ile geçti gitti. Bana hasetten kıvranma diyorsun ama adam, bir hiçi kaybetti diye haset eder mi hiç? Aşağılık kişilerin bir şey öğretmesi toprak parçasına nakışlar yapmaya benzer a aç gözlü. Kendine aşkı ve bakışı öğret. Bu bilgi, taşa kazılan nakış gibidir. Nefsin sana bir vefa şakirdidir. Başka her şey yok oldu. Sen nerede ne arıyorsun ki? Başkalarını bilgi sahibi ediyor, yüceltiyor, fakat kendini kötü huylu ve bomboş bir hale sokuyorsun.

Gönlün o cennette dolaştı mı, o kaynakla birleşti mi artık kendine gel boşalmadan korkma. Tanrı, ey doğru özlü Peygamber, söyle dedi. Çünkü, bu denizdir söyle azalmaz. Yine susun ve dinleyin dendi. Yani kendinize gelin, suyunuzu telef etmeyin, bağ susuzdur. Babacığım bu sözün sonu gelmez. Bu sözü bırak da sonuna bak. Gayretim koymuyor, senin önünde dursunlar, aşık olmadıkları halde sana gülsünler!

Aşıkların anbean kerem perdesi ardında senin için nara atmadalar. Sen de o gayb aşıklarına aşık ol, şu beş günlük aşıklara pek aldırış etme. Bunlar hile ile düzenle seni yerler. Yıllardır bunlardan bir habbe bile görmedin. Halkın yoluna niceyedir bir hengame salıp duracaksın? Ayağın mercuh senin, hiçbir muradına ermedin gittin.

İyilik hoşluk zamanında hepsi dosttur, eştir. Fakat dert ve gam zamanı, Tanrıdan başka kim sana dost? Gözün dişin ağrıdığı zaman feryada erişen Tanrıdan başka elinden tutan var mı? Sen de o hastalık, o dert zamanını hatırla da Eyaz gibi postuna bak, ibret al.

Pösteki, senin o derde düştüğün zamanki halindir. Eyaz, onun için onu saklamıştır.

Cebri kafir, öyle bir cevap vermeye girişti ki Müslüman’ın mantığı, adeta cevaptan aciz kaldı, şaşırdı. Fakat ben o cevaplarla sualleri hep söylersem söyleyeceğim sözü bırakmalıyım. Halbuki bizim ondan daha mühim söyleyeceğimiz şeyler var ki onlarla anlayışın daha ziyadeleşir. Onun için o sual cevabı azıcık ve kısaca anlattık. Bütün, azla meydana çıkar zaten. Esasen kadere inanmayanla cebri arasındaki bu bahis, mahşere kadar sürer gider. Hasmını alt edemeseydin onun mezhebine uyar, onun yolunu tutardın. Onlar da cevap da aciz kalsalardı o bozuk yoldan dönerlerdi. Fakat bu gidişin böyle olması lazım ki onların hepsi, delillerle yollarının doğruluğuna kanmadalar.

Kimsenin, hasmın müşkül suallerini cevapsız bırakmaması, düşmanın devlet ve ikbalinden mahcup olması, o devleti görmemesi lazım ki, bu yetmiş iki fırka kıyamete kadar alemde kalsın. Çünkü bu alem, karanlılar ve gayb alemidir. Gölge için bir yeryüzü lazım.

Kıyamete dek şu yetmiş iki fırka kalmadı ki bidat yolunu tutanın dedikodusu eksilmesin. Değerli olan hazinenin bir çok kilitleri olur. Hazinenin değeri bundan anlaşılır. Maksadın yüceliği de ey sınanan adam, yolun sıkıntısından, yolda aşılmaz geçitler ve yol kesiciler bulunmasından belli olur.

Kabe’nin şerefi, o sıkıntılarda, çöl Arap’larının yol kesiciliğinde ve çölün uzunluğundandır. İyi olan her gidişin, her yolun bir tehlikesi, bir manii bir yol kesicisi vardır. Bu gidiş öbürüne haset eder, düşman kesilir. Mukallit de iki yolun arasında şaşırır kalır. Her iki yolun doğruluğu, yürüyüş de birbirine zıt görünür. Her fırka kendi yolunda hoştur, o yoldan memnundur.

Bir yolun yolcusu, cevap vermezse kavgaya girişir. Bu, ezelden kıyamete kadar böyle gelmiş, böyle gider. Her fırka, biz bilmeyiz ama ulularımız buna cevap verebilir der. Vesvesenin ağzını bağlayan, ancak aşktır. Yoksa vesveseyi kim bağlayabilmiştir ki?

Yüzü güzel dilber ara da aşık ol. Dere, dere dolan, bir su kuşu tut. Yüzünün suyunu döken sudan ne elde edebilirsin? Anlayışını mahveden şeyden ne anlarsın? Şu akılla anlaşılacak şeylerden başka aşkta, akılla anlaşılacak daha nice parlak ve güzel şeyler vardır.

Tanrıda senin bu aklından başka akıllar var ki gökyüzünün sebepleri onlarla tedbire girer. Rızklarını bu akılla elde edersin. Öbür akla gelince; onunla yedi kat gökleri, kendine bir döşeme yaparsın.

Tanrı sevgisine düşer, aklınla oynarsan Tanrı, sana o aklın onlarca fazlasını, hatta yedi yüzünü ihsan eder. O kadındır, akılları ile oynadılar da Yusuf’un aşk sayvanına sıçradılar. Ömür sakisi, bir an onların akıllarını aldı, ömürlerinin sonuna kadar akla doydular, adını bile anmadılar.

Ululuk ıssı Tanrının güzelliğiyse yüzlerce Yusuf güzelliğinin de aslıdır. Ey kadından aşağı adam, o güzelliğe feda ol. Ey can, bahsi ancak akıl keser. Nerede insanı dedikodudan kurtarıp feryada yetişen biri? O söze aşk yüzünden bir hayrettir gelir, macerayı nakletmeye takati kalmaz. Çünkü, bir cevap verirse içindeki incinin düşeceğinden korkar.

O hayırdan da adamakıllı dudağını yummuştur, şerden de. Ağzından incinin düşeceğinden ürker. Nitekim Peygamberin dostu da demiştir ki: Peygamber, bize bir şeyden haber verdi, bir şey söyledi mi? O seçilmiş Peygamber, bu incileri saçtığı sırada bizden yüzlerce huzur, yüzlerce vekar isterdi. Hani başında bir kuş olur da uçmasın diye canın titrer.

Yerinden bile kımıldamaz, o güzelim kuş havalanmasın dersin. Nefes almaz, öksürüğün bile gelse kendini sıkar, o devlet kuşu uçar diye korkundan öksürmezsin bile. O sırada birisi sana tatlı, yahut acı bir söz söylese ağzına parmağını koyar, sus demek istersin. İşte o kuş hayrettir, seni susturur. Tencerenin ağzını kapatır, seni kaynatmaya başlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

hikaye61

Hz.Mevlana'dan Bir Dua